X KAPAT
X KAPAT
Bartın'a Hoşgeldiniz... Bartın Seni Bekliyor! Hemen üye olun veya giriş yapın...
Facebook İle Oturum Açın
veya
Şifremi Unuttum
Kayıtlı Değil misiniz? Hemen Hesap Oluşturun

Bartın'dan Yolu Geçenler

Bartın'dan Yolu Geçenler
Hacı İbrahim Paşa

Doğum tarihine ilişkin bir bilgi bulunmayan İbrahim Paşa'nın, 1708 yılında Belgrat'ta vefat ettiği bilinmektedir.

1693 yılında Cebecibaşı olan Kara İbrahim Paşa, hazineye ait altınları gömerek sakladığı iftirası atılarak suçlansa da, daha sonra affedilerek kendisine ''Kapucubaşlık''payesi verilmiştir. Karlofça anlaşmasının ardından 1699 yılında Avusturalya'ya elçi olarak gönderilen İbrahim Paşa, 1700 yılında birkaç eyaleti kapsayan ''Beylerbeyi'', 1704'de Eğriboz muhafızı ve 1708'de de Belgrat muhafızı olmuştur.

Avusturya'da görevliyken onların Osmanlı devletine karşı olan düşmanca davranışları müthiş zekasıyla ve diplomasinin tüm inceliklerini kullanarak büyük bir vakarla göğüs germiş, bundan dolayı kendisine ''Paflagonyalı'' lakabı verilmiştir.

Bartın şehir merkezinde İbrahim Paşa (Orta) Camisi , Banaluka'da Süleymaniye Camisi ile Travnik'de medresesi ve okulu, İbrahim Paşanın girişimleri ile yapılmıştır.

1708 yılında Belgrat'ta vefat eden ve buraya gömülen İbrahim Paşa'nın mezarındaki Şehadet taşları hınçla sökülerek gıcık vermek için, Osmanlı Tuğrası baş aşağı gelecek şekilde yerleştirilmiştir. 1789'da Büyük Türk düşmanı General Gidon-Ernst Von Laudon komutasındaki Avusturyalılar tarafından ikinci kez kuşatıldığında mezar tekrar sökülmüştür. Generalin amacı, Viyana yakınındaki Hadersdorf'daki malikanesinin parkında, İbrahim Paşanın mezar taşlarını kullanarak kendisi için bir mezar yaptırmaktır. Fakat bu düşünce hiçbir zaman gerçekleşmemiştir. İşte bu Osmanlı hatıraları parkın duvarına dayalı bir vaziyette durmaktadır. Kitabeli mezar taşının tepesinde olması gereken kallav kavuk da eksiktir. Prf. Dr. Semavi EYÜCE sohbetlerinde" İbrahim Paşa elçiliği esnasında Bartınlıların adına yakışır biçimde mücadele vermiş ki, ölümünden sonra bile mezarı sürekli rahatsız edilerek intikam alınmaya çalışılmıştır.

Celal Eyiceoğlu (1914-1983)

Aslen Amasra'lı olan Celal Eyiceoğlu 1914 yılında İstanbul'da dünyaya geldi. İlköğretimine müteakip 1927'de Bahriye Mektebi'ne girdi. 1935 yılında güverte Asteğmeni olarak Deniz Kuvvetlerine katıldı. 1940'da denizaltıcı oldu. 1944 yılında Deniz Harp Akademisinden mezun olduktan sonra Kurmay Binbaşı rütbesiyle denizaltılarda komutanlık yaptı.

Yarbay ve Albay rütbeleriyle Denizaltı Filosu Kurmay Başkanlığı'nda ve Deniz kuvvetleri Hareket Başkanlığı görevlerinde bulundu. 1956 yılında Kanada Deniz Ateşeliğine atandı. 1958-1960 yılları arasında Deniz Eğitim Komutanlığı Kurmay Başkanlığı 1. Denizaltı Filotillası Komodorluğu, Bartın Deniz üssü ve Karadeniz Bölge Komutanlığı görevlerini üstlendi. 1960 yılında İstanbul Boğaziçi Komutanlığı görevine getirildi. 30,08,1960 tarihinde Tuğamiral rütbesine yükselen Eyiceoğlu, Harp Filosu ve Denizaltı Filosu Komutanlıkları, Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı, Kuzey Deniz Saha ve Donanma Komutanlıkları görevlerinde bulundu. 21,08,1968 tarihinde Orgeneralliğe terfi ederek 28,08,1972'de kendi isteği ile emekli oldu. 1974 yılı Eylül'ünde Tokyo Büyükelçiliğine atanan Eyiceoğlu 1979 yılına kadar bu görevini sürdürdü. Yurduna döndükten sonra, İstanbul Deniz Ticaret Odası'nın kurulmasını sağlayıp, Oda'nın ilk başkanı seçildi.

Hasan Bayrı (1914-1990)

Hasan Bayrı, 1914 yılında Bartın'da doğdu. İlkokulu burada bitirdi ve anılan tarihlerde ortaokul olamadığı için eğitimine devam edemedi.Hasan Bayrı, ilkokul son sınıfta iken öğretmeninin teşviki ile şiir yazmaya başladı ve o tarihten itibaren giderek şiir yazma bir tutkuya dönüştü. Yunus Emre, Mısri Niyazi, Karacaoğlan, Emrah, Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi büyük ozanların şiirlerinden etkilenen Hasan Bayrı'nın yayınlanmış üç şiir kitabı bulunmaktadır. En önemli eserleri ''Bu Ne Sevgi Ah, Bu Ne Izdırap" adlı şarkı sözlerinin de yer aldığı ''Bu Ne Sevgi'' isimli kitabıdır. TURGUT IŞIK (1931-1990) Turgut Işık, 1931 yılında Bartın'da doğdu. İlk ve orta öğretimini tamamladıktan sonra 1950 yılında dedesinin ve babasını firmalarında çalışmaya başladı.

1952 yılında babası ile birlikte ''Işıklar Kolektif Şirketi'ni'' kurdu. 1960'da babasını ölmesi üzerine şirketin bütün sorumluluğunu üzerine alarak, yoğun bir çalışma temposuna girdi. 1964 yılında, Sezai Türkeş-Fevzi Akaya ile birlikte ''Işıklar Limitet Şirketini'' kurdular. Ancak Turgut Işık'ın bir tutkusu bir hayali vardı. Bu tutkuda sanayi alanında yatırımlar yapıp gerçekleştirmekti. Bunun sonucu olacak ki, şirketi Anonim Ortaklığına dönüştürdü. İlk iş olarak ''Işıklar Tuğla Fabrikasını''kurdu. 1976'da Bargem, Bartaş, Barden, Bartın Deniz Nakliyat ve Bartın Gemi İşletme Şirketlerinden oluşan Denizcilik grubunu oluşturdu. 1974 yılında şirketi; mümessillik, müteahhitlik, ihracat, ithalat, inşaat ve imalat dallarında atılımlar gösterdiğinden "Işıklar Holding" adını aldı ve her gün büyümesini sürdürdü.

Bartın'da bugün Işıklar Holding'in; tuğla, kiremit, torba, kireç ve kağıt üreten dört fabrikası bulunmaktadır.

Turgut Işık annesinin adına, "Saide Işık İlkokulu" ve "Turgut Işık Sağlık Meslek Lisesi " ile Milli Eğitim ve Devlet Hastanesi ek binalarını yaptırarak, değişik sektörlere katkılarda bulunmuştur.

Dr. Sami Ulus

Dr. Sami ULUS Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonraki ilk 10. yıl içinde yetişmiş BİR TIBBIYELİ...
1904 yılında İstanbul–Üsküdar semtinde doğdu. Ailesi ile birlikte ikamet ettiği Üsküdar semtinde 7 yaşında 1911 yılında başladığı ilk, orta ve lise tahsilinin devamında Tıbbiye eğitimi aldı. Askerlik hizmetini ise Tıbbiye Mektebi 4. son sınıfını okurken Gülhane Askeri Hastanesi’nde yaptı. 1922 yılında 21 yaşında tıp doktoru oldu.

• 1911 - 1916 İlk Okul
• 1916 - 1919 Orta Okul
• 1919 - 1922 Lise
• 1922 - 1926 Tıbbiye

Tıp doktoru olduktan sonra mecburi hizmetini Sinop vilayeti Boyabat kazasında yaptı. Aynı zamanda ihtisas olarak çocuk doktorluğu dalını seçmişti ve bu yönde eğitim gördü. Mecburi hizmet süresini tamamlaması sonrasında 1927 yılında İstanbul’a döndü ve İstanbul Üniversitesi – Tıp Fakültesi Çocuk hekimliği öğretim görevlisi Prof. Dr. Kadri Raşit Paşa Anday (1) yanında eğitimine devam ederek üçüncü yıl sonunda 1929 yılında ihtisasını çocuk doktoru olarak tamamladı. Çocuk Doktoru olduktan sonra 1929 yılında Konya Doğum ve Çocuk Bakım Evi’ne tayin edildi ve 1936 yılına kadar 7 yıl Konya vilayetinde görev yaptı. 1931 yılında Mualla hanımla evlendi. Bu evliliğinden 1937 yılında kızı Fatma Duygu (Fatoş Konuk) doğdu. Konya vilayetindeki görevinden 1936 senesinde "Ankara Doğum ve Çocuk Bakım Evi"ne tayin oldu ve Çocuk doktorluğu görevine burada devam etti.

İki tıbbi eser yazdı. İlk eseri 1944 yılında basılan kitap olup bu kitabı Milli Eğitim Bakanlığı satın aldı ve yıllarca orta mekteplerin son sınıflarında ders kitabı olarak okutuldu.

Kitap adı: "ÇOCUK BAKIMI"
Yazar: Dr. Sami Ulus
Yayıncı: Maarif Vekaleti, Kız Teknik Öğretim Okulları
Basım Yeri: İstanbul
Basım Tarihi: 1944
Sayfa Sayısı: 105 sayfa
Ebat:20 x 28 cm.
Dil: Türkçe
İçindekiler:
• Çocukluk Çağları
• Çocuğun Beslenmesi
• Hayvan Sütü Verme Metodu
• Çocuk Mamaları
• Cılız ve Vaktinden Evvel Doğmuş Çocuklar
• Çocuk Hastalıkları
• Bulaşık
• Hasta Çıcuklara Bakım

Kitap adı: “SÜT ÇOCUĞU HASTALIKLARI”
Yazar: Dr. Sami Ulus
Basım Yolı: 1948
Sayfa Sayısı: 615 sayfa
Dr. Sami Ulus'un ikinci eseri Doktorlar için yazılmış yine yıllarca bir çok vilayette ihtisas kitabı olarak çocuk doktorlarınca başvurulan kaynak olmuştu.

Sağlık Bakanlığı tarafından 1954 yılında yapımına başlanan ve 1957 yılında Ankara Hastahanesi olarak hizmet vermeye başlayan hastahanenin Çocuk doktorluğunu da yaptı. Ankara vilayetine çocuk hekimi olarak atanması ile birlikte 1936 yılından itibaren bir çok tıbbiyeli doktor, onun yanında ihtisasını yaptı ve Çocuk doktoru yetiştirdi.

Koç Holding kurucusu merhum Vehbi Koç bey 1960 yılında Ankara–Ulus Işıklar Caddesi üzerinde halen Dr. Sami Ulus Çocuk Hastanesi adıyla hizmet verilmekte olan hastane binasını Devlet Hazinesine bağışladı.

Ankara – Dr. Sami Ulus Çocuk ve Eğitim Araştırma Hastanesi

Dr. Sami Ulus çocuk hekimi olarak Ankara’da iki ayrı hastanede hizmet verdiği 1936 - 1957 yılları arasında, kendi bireysel gözlemleri istatiksel verilerin yanı sıra nüfus artışıyla birlikte ihtiyaç duyulan tedavi edici aynı zamanda ihtisas eğitimleri verilebilen ayrı bir çocuk hastanesi kurulmasına öncülük etmiştir. Onun 1961 yılında Ankara Hastanesi’ne başhekim olmasından sonra kişisel özverili gayretleri ve çalışmaları ile merhum Sn. Vehbi Koç beyin bağışlamış olduğu bina Sağlık Bakanlığı tarafından inşaat işleri restorasyonları yaptırılarak 1963 yılında Ankara Çocuk Hastanesi adıyla ve 150 yatak kapasitesiyle hizmete sokmuş.
Kendisini her türlü çaba ve çalışmalarıyla 4 yıl başhekim olarak Ankara Çocuk Hastanesi’ne adayan Dr. Sami Ulus, 6 Mayıs 1965 yılında vazifesi başında 61 yaşında vefat etmiştir.

1965 – 1967 yılları arasında 1. Süleyman Demirel Hükümetinin Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı Sn. Vedat Ali Özkan tarafından “Ankara Çocuk Hastanesi“ adı değiştirilerek “Dr. Sami Ulus Çocuk Hastanesi” isim olarak verilmiştir. Günümüzde aynı hastanenin giriş katına Dr. Sami Ulus’un büyük bir büstü konmuştur.

Dr. Sami Ulus; Mualla Ulus'un eşi, Fatma Duygu (Fatoş Konuk)'un babası, Yegane Ulus'un abisi, Halide Ünal'ın dayısı, Erol Ünal ve İhsan Ünal'ın büyük dayısıdır.


(1) Prof. Dr. Kadri Raşit Paşa (Anday) Osmanlı Devleti'nin ilk eczacı paşası Mirliva Mehmed Raşit Paşa'nın oğludur. Çocukluğu Kadıköy Bahariye'de geçen Anday ilkokulu eski Fenerbahçe Stadyumu'nun yanındaki Taş Mektep'te, orta ve lise eğitimini Kadıköy Sultanisi'nde okumuş, 1900 yılında Fransa'ya gitmiş. Paris Tıp Fakültesi'ni bitirmiş. Orada belediye hekimliği için teklif almış, fakat kalmayıp Türkiye'ye dönmüş. Üniversite hocası olarak kürsüler kurmuş. Çocuk hekimliği dalında ihtisas eğitimleri vermiştir. Ayrıca Çocuk Hekimleri Encümeni (Türk Pediatri Kurumu) kurucularındandır.

Dr. Sami Ulus'un ailesi
Dr. Sami ULUS’un büyük dedesi olan Hacı İbrahim Kastamonu vilayeti, Safranbolu kazası, Ulus nahiyesine bağlı Alpu köyünde yeni adı ile Aşağıköy’de (2) 1818 yılında doğmuştur.

1841 yılında 23 yaşında daha bekarken köyünden yaya olarak ayrılıp Bartın kazasına gelip, buradan tarihi Yalı İskelesi’nden ırmak yoluyla Boğaz mevkisine gelmiş ve bir gece Boğaz İskele Hanı’nda konaklamış. Ertesi gün Hacı İbrahim Amasra İskelesinden gemiye binmiş ve gemiyle İstanbul’a gelmiş ve Üsküdar semtine yerleşmiş.

Hacı İbrahim'in kardeşleri bekar olarak İstanbul’a gelip Üsküdar bölgesine yerleşmişler. Geçimlerini sürekli burada sağlamaya başladıktan sonra bulundukları çevreden kendilerine uygun eşler bularak evlenmişler. Kendileri köylerini orada yaşayan akrabaların biliyor, ancak eşler bir başka bölgenin hanımı olduğundan ve genel olarak o dönemde hanımlarla birlikte bir yerden bir başka yere gidilmezmiş. Bu nedenden olsa gerek Hacı İbrahim ve kardeşlerinin köylerine geri dönüşe özlem duyacak bağları kopmuş. Seneler sonra birinci dereceden aile büyükleri ve akrabaları da vefat edince köylerinde ikinci üçüncü derecedeki akraba ilişkileri iyice kesilmiş. Onlardan olan çocuklar hiç bilmedikleri ata yurtları konusunda özlem duyup ziyaret dahi yapmamış.
Adeta kendilerini unutturmuşlar. Günümüzde Hacı İbrahim’in ve ondan sonra aynı soydan devam eden oğlu İhsan Ulus ve torunu Dr. Sami Ulus’un Üsküdar Nüfus İdaresinde kayıtları mevcuttur.

Hacı İbrahim köyünden ayrılıp o yıllarda İstanbul’a gelip yerleşmesine sebep, Aşağıköy’deki evlerinde ailesi ile birlikte kalırken bir gün annesi mısır unundan ocakta "kömeç" (3) pişirmiş. Annesi kömecin yarısını o yıllarda Aşağıdere mahallesinde ikamet eden damadı (enişteleri) yanlarına ziyaretlerine geleceğinden, ona ikram etmek niyetiyle "terece" (4) lerden birinin içine saklamış. Hacı İbrahim yemek pişirilen ocaklı odaya girdiğinde ocak yanındaki dolabın terece gözü içinde kömec olduğunu bir tesadüf fark edip onu afiyetle yemiş. Ertesi gün damatları ziyaretlerine geldiğinde ise anneleri yaptığı kömeçten ona ikram etmek istemiş. Ancak terece içinde sakladığı kömeci bulamayınca hayal kırıklığına uğrayarak evde kızılca kıyamet kopmuş. Aile içi tartışmanın ilerlemesi ile birlikte Hacı İbrahim annesine kızgın bir ifadeyle “Öğlen vakti harman yerinde ekin yığınını yığdıktan sonra eve gelip yoğurtla doğrambaç yaptım karnımı doyurdum. Bu evin işini yapan evin oğlumu daha değerli, yoksa damat mı değerli?...” şeklinde sözler sarf edilmiş, tartışmanın dozu biraz fazlaca olmuş ki; Hacı İbrahim ertesi gün diğer eniştesi Hüseyin'in hanımı ve aynı zamanda kapı komşuları olan ablası İsmet’ in yanına giderek “Bana erzak hazırla uzak yola gideceğim“ demiş. Bu türden aile içi tartışma sonrasında onun köyünden ayrılmasına sebep olduğu anlatılmaktadır.

Hacı İbrahim İstanbul’da birkaç yıl çeşitli işlerden geçimini sağlayıp yerleşik hale geldikten sonra kardeşlerini yanına almak istemiş. Diğer kardeşleri Hacı Hasan ve Hacı Hüseyin’ de aynı yolu takiben İstanbul’a gitmişler.
Hacı İbrahim'in ablası İsmet ise günümüz Bartın İli, Ulus İlçesi, Aşağıköy’de (Alpu Köyü) 1810 yılında doğmuş. Aynı köyde ikamet eden, Hüseyin Çelebi ile 1828 yılında evlenmiş. Onlar ise Aşağıköy’de tarım ve hayvancılık faaliyetleri ile yaşamlarını sürdürmüşler.

O yıllarda İstanbul’a gidip, Üsküdar semtine yerleşen Hacı İbrahim 1849 yılında Osmanlı Padişahı Sultan Abdülaziz’ in saltanat döneminde saraya görevli olarak girmiş. Uzun yıllar sultan sarayında memuriyet görevleri sırasında kendisi iyi tanınmış olmalı ki; son olarak "Kilerci Başı" (5) memuriyet derecesine kadar yükseltilmiştir. Kendisinin sultan sarayında görevli, nüfuz sahibi memur olmasından dolayı sonradan İstanbul’a gelen ortanca kardeşi Hacı Hüseyin’i yine sultan sarayına bağlı bir başka memuriyet görevine başlamasına yardımcı olmuş. Kardeşi Osmanlı’nın Anadolu Eyaletine bağlı vilayetlerdeki "Haremeyni Şerfeyn Vakıfları" (6) tarafından toplanan para, vesaire yardımları her yıl Mekke ve Medine’ye gönderme işlerini yapan kuruma girmiş.

İlerleyen yıllar içinde işlerin nasıl yapılması gerektiğini öğrendikten sonra abisi Hacı İbrahim nüfuzunu kullanarak kardeşi Hacı Hüseyin’in bu görevin başına “Surre Emini” (7) olarak atanmasına vesile olmuştur. O yıllarda (Alpu) Aşağıköy’den bazı kişiler, onların İstanbul’da yerleşik olduğunu bildiğinden, İstanbul’a geldiklerinde Hacı İbrahim’i ve kardeşlerini ziyaret ederlermiş. Hacı İbrahim ekonomik kazanç yönünden o döneme göre orta seviyenin üzerinde olması sebebiyle, köyünden yanına gelen akrabaları veya aynı köyden komşusu olanlardan olmak üzere her Ramazan ayında İstanbul’dan Ulus nahiyesinin Alpu (Aşağıköy) köyüne giderlerken halen orada yaşamakta olan annesi ve akrabalarına, diğer ihtiyaç sahiplerine yiyecek, giyecek türünden yardımları yanı sıra Fitre olarak dağıtılmak üzere parasal yardımları da vefat edene kadar göndermiştir.

Hacı İbrahim sultan sarayında "Kilerci Başı" olduğu dönemde Osmanlı Devleti’nin başında Sultan Abdülaziz varmış. Sultan Abdülaziz Fransa İmparatoru III. Napolyon’un daveti üzerine bir ziyaret gerçekleştirmeyi planlamış. Saray erkanından oluşturduğu, içlerinde "Kilerci Başı"sı Hacı İbrahim’ in de bulunduğu hizmetli kadrosuyla birlikte ve yanına yeğenleri Şehzade Murat ile Şehzade Abdülhamit 'i de alarak 21 Haziran 1867 tarihinde Paris’e hareket etmişler. Osmanlı tarihinde ilk defa bir padişah Avrupa seyahatine çıkmış. Padişah ve beraberindekilerin başlattığı gezi yolculuğunun ilk varış noktası 30 Haziran 1867 tarihinde Paris olmuş. Fransa gezisi sırasında Sultan Abdülaziz, İngiltere Kraliçesi Victoria’ nın da davetini kabul ederek Temmuz ayında İngiltere’yi de ziyaret ettmişler. Henüz kendileri Londra’ya ulaşmadan önce daha Dover Limanı'nda iken İngiliz Kraliyet ailesi gelen Osmanlı misafirleri için olağanüstü görkemli törenler düzenlemişler. Galler Prensi, gelen misafirlerini Kraliçe adına vapura çıkarak karşılamış. Sultan Abdülaziz ve beraberinde gelen Osmanlı saray erkanı top atışları ile onurlandırılmışlar. İngiliz Kraliyet mensupları eşliğinde, Sultan ve beraberindekiler henüz ilk kez bindikleri buharlı bir trenle Londra’ya iki saatte gitmişler.
İngiltere’yi de içine alan bu ziyaretlerinden yurda dönerlerken Prusya ve Avusturya’ya da uğramışlar. Kendisi sultan sarayında görevli olduğu süre içinde edindiği bilgilerden daha önce hiçbir Osmanlı sultanı bu türden yurt dışı seyahate çıkmamış. Osmanlı toprakları dışına diplomatik ziyaretlerin ilk defa gerçekleştiğini belirten Kilerci Başı, Hacı İbrahim ve görevlendirilmiş diğer saray erkanı ile birlikte 7 Ağustos 1867 tarihinde İstanbul’a geri dönmüşler.

Hacı İbrahim kendisinin sarayda belirli bir sosyal çevreye sahip olması nedeniyle, çocukları da iyi eğitim sahibi oluşlar. Hacı İbrahim eğitimini tamamlayan oğlu İhsan Ulus’ un da (Dr. Sami Ulus’un babası) Osmanlı Devlet memuriyetinde görev almasını istediğinden onu Hazine-i Hassa Nezareti - Tahrirat Kalemi Katipliğine yerleştirmiş. İhsan Ulus burada uzun yıllar çalıştıkdan sonra Tahrirat Müdürlüğü derecesine yükselmiş. Osmanlı Devleti’nin son padişahı Sultan IV. Mehmet Vahdettin’in 1922 yılında İstanbul’dan sürgüne gönderilmesinden sonra, İhsan Ulus 1923 yılında Hazine-i Hassa Tahrirat Müdürlüğünden emekli olmuş.

(2) Kastamonu Vilayeti, Safranbolu Kazası, Ulus nahiyesi, Alpu (Aşağıköy) Köyü:
Ulus İlçesi Bartın İlinin 37 km. doğusunda yer alır. Uluçay, Eldeş Çayı, Çerçi Çayı ve Alpu Çaylarının birleştiği vadide kurulmuştur. Safranbolu İlçesi ve Bartın İli arası yol güzergâhının üzerinde yer alan Abdipaşa Beldesinden doğu istikametine doğru gidildiğinde Ulus İlçe merkezine varılır. Burası bir vadi düzlüğünde, iki yönden gelen ve kazanın içinde birleşen akarsu yatağına yakın yerdedir. Bartın il olmasından sonra Ulus İlçesi Bartın Vilayet'ine bağlamıştır. (Alpu) Aşağıköy Bağlı bulunduğu Ulus ilçe merkezine 7 km. mesafededir. Küre Dağları Milli Parkının Bartın-ULUS bölgesinin güney eteklerinde, milli parka sınır olan ve diğer köylere göre en uzun arazi coğrafyasına sahip olması yanı sıra, köyün yerleşim yeri yüksekte olması sebebiyle bağlı bulunduğu Ulus ilçesinin tamamını görebilen bölgenin ve kazanın tek köyüdür.

(3) Kömeç: Kuyruk yağı sızdırılınca arta kalan kıkırdak ile yapılır. Tereyağı, yumurta ye kıkırdak yoğurulur, toprak fırında pişirilir. İkindi çaylarında peynir ile yemek pek hoştur. (Kastamonu Yöresel Yiyecekleri)
(4) Terece: Eski köy evlerinde ocaklı odaların ocak yanlarında ahşap el işçiliği ile yapılmış dolaplar ve bu dolapların bir parçası yine ahşaptan yapılmış önü açık gözlü yerler vardır. Bunlara yöresel adıyla “Terece” denilmektedir.


(5) Kilerci Başı: Kilercibaşı, Enderûn ağalarının dördüncüsüydü. Padişah yemek yerken hizmet-i hümâyûnda bulunur, kilercilere nezaretle beraber sofra edevâtını muhafaza ederdi. Kilercibaşı, enderun ve ikinci avludaki mutfaklar ile kilerlerin, kiler koğuşu içoğlanların ve Saray'ın dış teşkilatına bağlı tüm mutfak görevlilerinin amiriydi. Diğer taraftan padişahın yemeğinin pişirilmesi ile ilgilenmek, sofrasını kurarak yemesine nezaret etmek; reçel, şurup, şerbet, macun ve tatlı türü yiyeceklerini hazırlatmak; turşu, baharat vs. muhafaza etmek, padişah yemek yemeden önce yemeğinden kontrol için tatmak kilercibaşının görevleri idi. Enderûnluların elbiseleri, hünkâr (padişah) tarafından tedarik edilirdi. Ağalar, başlarına som sırma takke ve takkenin altına iç fesi giyerlerdi. İki kollarının yanından enlice siyah kadifeden zülüf denen uzun birer alâmet sallandırırlardı. Üstlerine, mevsime göre kaftan ve altlarına entâri giyer, bellerine ağır sırma işlemeli, kapaklı kemer takarlardı. Padişahla dışarı çıktıklarında, kalıp işi denilen kavuk giyerler ve bellerine lâhûrî şal sararlardı. Eskiler, mücevherli bıçak ve hançer takarlardı.

(6) Haremeym-i Şerifeyn Vakfı: Mekke’deki Kâbe ve Medine’deki Ravza-i Mutahhara yani Peygamberin kabrinin bulunduğu mevki ki Osmanlı döneminde buralar için ayrıca bir vakıf vardı. Bu vakfa Haremeym-i Şerifeyn Vakfı deniliyordu. Buraya bağlı vakıflar ve malların yönetimi bu vakıf tarafından yürütülmekteydi. Bu vakıf mallarından toplanan vergiler Mekke ve Medine’deki fakirlere dağıtılırdı. Kırıkkale, Keskin, Çankırı, Çelebi yörelerinden vergi geliri toplayan insanlara ise Haremeyn-i Şerifeyn Türkmenleri denilirdi. Pelivanlı, Cerid, Şid, Beydili oymaklarının önemli bir kısmı Haremeym-i Şerifeyn Türkmeni olarak adlandırılmıştır. Bu uygulama Fatih Sultan Mehmed döneminde başlatılmış yakın zamana kadar sürmüştür.
Kaynak : Tarih Terimler ve Deyimler Sözlüğü, “Haremeyn-i Şerifeyn Vakfı”, M. Z. Pakalın, MEB Yayınları. C,I, s.

(7) Surre Emini: Mekke ve Medine’ye her yıl gönderilen mal ve para cinsinden yardımları göndermekle görevlendirilen kimseye "Surre Emini" denilmektedir.

Araştırmacı Zafer Çelebi'nin Notu:
Dr. İbrahim Sami Ulus hakkında detaylı ve net bilgiler eşi merhum Mualla Ulus tarafından 22 Ocak 1986 yılında bir vesile ile yazmış olduğu üç sayfalık bibliografik bilgilerle açıklamaların olduğu mektuptan elde edilen bilgilerdir. Ayrıca bilgilerin doğrulanması ve eksik yönlerinin tamamlanması için annemin dayısı Sn. Mesut Çelebi’den aldığım ve ona da babası merhum Ahmet Çelebi tarafından anlatılmış bilgilerdir. Büyük dayımız olan Mesut Çelebi 1946 yılında Kastamonu Göl Köy Öğretmen Enstütüsüne yatılı öğrenci olarak kayıt olmuş. Burada 6 yıl uygulamalı eğitimler görerek 1951 yılında ilkokul öğretmeni olarak mezun olmuş. Yıllarca öğretmenlik yaptıktan sonra, Milli Eğitim Müfettişliği görevini yürütmüş. 1980 yılında emekli olmuştur.

İ. Cemal Aliş (1906-1977)

1906 yılında Bartında doğan İbrahim Cemal Aliş ilköğretimini Bartın Numune İlkokulunda tamamladı. ''İdadi'' adıyla açılan ve 2 yıl içinde liseye çevrilen orta dereceli okula1924 yılında kaydoldu. Liselerin il merkezine alınması nedeniyle öğrenimi yarıda kaldı. Tüccarlık yapan babasının yanında çalışırken bir yandan da özel Fransızca dersleri alan Celal Aliş her dalda okuduğu kitaplarla kendisini yetiştirdi. Askerlik görevini tamamladıktan sonra Bartın'a dönüp kitapçılık ve gazete bayiliğine başladı.

Kurtuluş savaşının devam ettiği yıllarda Cemal Aliş ve bir avuç arkadaşı ''Müttehit Arkadaşlar'' adı altında gençlik grubu oluşturarak el yazısı ile küçük bir gazete çıkarmayı kararlaştırdılar.Gazete bir süre sonra Cemal Aliş'in el yazısı ile ve şaporoğraf muşambasıyla büyük merak ve güçlüklerle basılıp, öncelikle tanıdıklarına dağıtılmaya başlandı. İ.Cemal Aliş, daha sonra bir matbaanın kullanmadığı eski tipte el baskısıyla çalışan bir makineyi satın alıp, Bartın'a getirerek daha ciddi boyutta gazetecilik ve matbaacılık yapmaya başladı. Gazeteciliğin yanı sıra Bartın Ortaokulunda Fransızca öğretmenliği de yapıyordu.

Düşündüğünü, bildiğini iyi yapan, Anadolu'nun en eski ve güçlü gazetecilerinden biri olarak tanına Cemal Aliş, 15,04,1935 tarihinde İtalya-Habeş harbi sırasında haftada iki defa çıkan ''Bartın Gazetesi'nin'' yanı sıra, 17,08,1935 tarihinde, ''Devrim'' isimli ilk günlük gazete yayınlanmaya başladı.

1946 yılında, ''Bartın Akşam Postası'' isimli ikinci bir günlük gazeteyi yayın hayatına soktuysa da gazete belirli bir dönem için kapalı kaldı. 1951 yılında ikinci kez yayınlanmaya başlanılan ''Bartın Akşam Postası'', iki günlük gazeteyi yayınlama güçlüklerini beraberinde getirdiğinden kapanmak zorunda kaldı. O uzun yıllar CHP ilçe başkanlığı ile Belediye Meclis görevinde bulundu. İl genel meclisi üyeliği yaptı 01,11,1938 tarihinde yapılan seçimlere adaylığını koyarak Belediye Başkanı seçildi.1939'da CHP'den Sinop milletvekili seçilerek Parlemento'ya gittiğinden Belediye Başkanlığı görevininden ayrılmak zorunda kaldı. 19432de tekrar Bartın'a dönerek Ankara'da iken aksatmadan devam ettirdiği Bartın Gazetesinin başına geçti ve hayatının sonuna kadar gazetecilik ve matbaacılığı sürdürdü. Bıkmadan ve usanmadan 50 yıl süreyle Türk Folkloruna gazetesinde yer verdi. ''Bartınlı'', ''İ. Cemal'', ''Özenti Şair'', ''Kantar Topu'', Çetin Alp'' takma adıyla birçok yazılar yazdı.

İbrahim Cemal Aliş evli ve iki çocuk babasıydı. Onun büyük özveriyle temellerini attığı Bartın Gazetesi, Cumhuriyetimize yaşıt olarak yayınını devam ettirmektedir.

İbrahim Hamdi Efendi

İbrahim Hamdi Efendi, babası Seyyid Bayram Çelebi tımarlı sipahi olduğu için çok zaman Rumeli memleketlerinde bulunmuştur. Kendisi çocukluk çağı eğitimini memleketinde tamamladıktan sonra, babası ile birlikte II. Mustafa’nın (1695-1703) Balkan seferlerinde bulunmuş; önce Yanova şehrine, burasının elden çıkmasından (1696) sonra Temeşvar’a yerleşmişlerdir. İbrahim Efendi bu şehirde 20 yıl ikamet etmiştir. Günümüzde Romanya sınırları içerisinde yer alan Temeşvar’da sürdürdüğü eğitimi sırasında Şeyh Selim Dede (ö. 1713), Hacı Eyüp Efendi, ve Piri Ahmed Efendi’den ders almıştır.
İbrahim Hamdi Efendi 1696 senesinden itibaren 20 yıl ikamet ettiği Temeşvar Eyaleti'nde eğitimini tamamlayıp, askeri hizmetler üstlenmiş; önce cebeci neferi olmuş aynı zamanda arkadaşı Nişovalı Zaim ile birlikte Avusturya’dan İslam ülkelerine cıva madeni ihracatı yaparak, serbest ticaret faaliyetlerinde bulunmuştur. Hocalarından Şeyh Selim Dede yaşadığı dönemin padişahları tarafından da tanınan ve sözüne itibar edilen bir şahsiyettir. İbrahim Hamdi Efendi de onun çevresinden bir hanımla evlenmiştir.
İbrahim Hamdi Efendi Temeşvar’ın elden çıkmasından (1716) sonra, önce Tırnova’ya gitmişse de daha sonra bügün Ukrayna sınırları içinde yer alan Hotin’e yerleşmiştir. Hotin Muhafızı (Valisi) Abdi Paşa’nın sır kâtipliği yanında Cebehane Katibi ve arkasından Hotin Defterdarı Katibi olmuştur. 1721 senesinde Hotin Kalesi tamirat işlerini yapan ekibin içinde aktif olarak görevler de almıştır.
İbrahim Hamdi Efendi Lehistan’da yaşayan Lipka Tatarları'nın lisanını öğrenmiş; Hotin Muhafızı Abdi Paşa(ö. 1722)onlarla olan diplomotik ilişkileri ve yazışmaları İbrahim Efendi Efendi aracılığı ile gerçekleştirmiştir.

Semavi Eyice

1922’de İstanbul’da dünyaya geldi. Amasra’nın köklü denizci ailelerinden Eyiceoğulları’na mensuptur. Babası deniz subayı Kamil Eyice,] annesi Amasra eşrafından Hacı İbrahim Bey’in kızı Hatice Eyice’dir.

İstanbul’da Saint Louis İlkokulu’nda başlayan ilköğrenimini bir başka Fransız okulu olan Saint Joseph’te sürdürdü; ardından Galatasaray Lisesi’ne geçti; 1943'te mezun oldu. Eski eserlere ilgisi ilkokul yıllarında başladı.

İlk yazısı Reşat Ekrem Koçu’nun çıkardığı İstanbul Ansiklopedisi’nde 1949’da yayımlandı Fatih’in Çarşamba semtindeki Hırami Ahmet Paşa Mescidi hakkındaki bu ilk makaleden sonra pek çok madde yazarak ansiklopediye katkıda bulundu.

Alfons Maria Schneider ile tanıştıktan sonra onun daveti üzerine Bizans Sanatı ve arkeolojisi çalışmak niyetiyle Göttingen'e gitti.] II. Dünya Savaşı sürerken Viyana ve Berlin Üniversitelerinde Bizans tarihi okudu. Berlin’in işgali gündeme gelince Türkiye’ye döndü. Prof. Ernst Diez ile İstanbul Minareleri konulu tez hazırlayarak 1948'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümünü bitirdi. Bu tez ile, “etraflı tetkiklere mazhar olan Mısır, Mağrip ve İran minarelerinin yanı sıra Türk-Osmanlı minarelerinin de ehemmiyetli bir mevkie sahip olduklarını belirtmeyi" amaçladı. Özellikle camileri yıkılmış olmasına rağmen o dönemlerde ayakta duran birçok minareyi bu çalışma ile tespit etmiş ve bugün kendilerinden herhangi bir iz bulunmayan birçok yapı kayıt altına almıştır.

1950-1953 yılları arasında Arif Müfid Mansel tarafından yürütülen Side kazılarına katılan Eyice, 1952'de Side’nin Bizans Dönemine ait Yapıları tezi ile doktorasını tamamladı. 1954 yılında Kamran Yalgın ile evlenen Eyice, bu evliliğinden iki kız çocuğu sahibidir. 1955'te İstanbul’da Son Devir Bizans Mimarisi kitabı ile doçentliğini aldı. Aynı yıl Fransız hükümeti tarafından Legion d’Honneur Nişanı ile ödüllendirildi.

1958 yılında eşi ile birlikte Münih Üniversitesi’ne gitti. Humboldt bursunu kazanarak 13 ay boyunca derslere devam etti; boş vakitlerini kitap toplamaya ayırdı.

1959 yılında İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi bölümündeki görevine döndü ve Bizans tarihi üstüne dersler vermeye başladı. 1963 yılında Edebiyat Fakültesi’nde Bizans kürsüsü adıyla yeni bir kürsü kuruldu. 1964 yılında İlk Osmanlı Devrinin Dinî-İçtimaî Bir Müessesesi: Zaviyeler tezi ile profesör olan Eyice, Bizans kürsüsünde görev yaptı. 1982'de Bizans kürsüsünün başkalarıyla birleştirilip Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü’ne çevrilmesinden sonra bölümün başkanlığını üstlendi. İstanbul’daki tarihi eserler ile ilgili çalışmalarının yanı sıra Toroslar’daki ören yerlerinde arkeolojik araştırmalar yaptı; Balkan ülkelerindeki Türk eserlerini araştırıp derledi. Almanya’da, Fransa’da ve İsviçre’de çeşitli üniversitelerde dersler ; dünyanın birçok yerinde konferanslar veren Eyice, 1991 yılında emekliye ayrıldı.

Akademik çalışmalarının yanı sıra, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nda 1958-1997 arasında 38 yıl süreyle görev yapmış; 1997’de “Taksim’de camiye onay vermediği için” Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’ndan alınmıştır.

30.000 adet kitaptan oluşan kütüphanesinde İstanbul ve Bizans üzerine değerli kitapları vardır. Kitaplığı, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü'nün Bizans Araştırmaları Bölümü ve Semavi Eyice Kitaplığı bölümünde görülebilir (Tepebaşı'ndaki Suna ve İnan Kıraç Vakfı İstanbul Araştırmaları Enstitüsü)
Alman Arkeoloji Enstitüleri asli üyesi ve Belçika Krallık Akademisi üyesidir. Tarihçiye 2011 yılında sanat tarihi dalında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü verilmiştir, ayrıca Türkiye Bilimler Akademisi Bilim ödülü sahibidir.Semavi Eyice, 28 Mayıs 2018'de tedavi gördüğü Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde organ yetmezliği nedeniyle 95 yaşında öldü. Cenazesi 30 Mayıs 2018'de Fatih Camii'nde kılınan cenaze namazının ardından Fatih Camii Haziresi'ne defnedildi.

Barış Akarsu

Barış Akarsu (29 Haziran 1979, Zonguldak – 4 Temmuz 2007, Muğla), Türk şarkıcı ve oyuncudur. 2004 yılında, profesyonel anlamda müzik yapmak için arkadaşlarının ısrarı üzerine ATV'de yayımlanan Akademi Türkiye adlı yarışmaya katıldı. Uzun süre yer aldığı yarışmada Haluk Levent ve Deniz Arcak gibi birçok isimle düet yaptı. Yarışmada birinci olmasının ardından ilk albümünün hazırlıklarına başladı. 30 Aralık 2004'te, beş ay kadar sürdürdüğü çalışmaların ardından Islak Islak adını verdiği ilk albümünü çıkardı. Bu albümden ilk olarak söz ve müziği Cem Karaca'ya ait olan ve albümle aynı adı taşıyan "Islak Islak" adlı şarkıyı yayımladı.

İlk albümündeki "Islak Islak" şarkısının yanı sıra, "Mavi", "Kimdir O", "Bir Kasaba Akşamı" ve "Amasra" gibi diğer şarkıları da oldukça beğenildi ve bu şarkılara da video klipler çekildi. Yine bu albümde, bir ilahi olan "Gel Gör Beni Aşk Neyledi" adlı eseri de seslendirdi ve kliplendirdi. 2005 yılında birçok konser verdi, çeşitli radyo ve televizyon programlarına katıldı. İlk albümünün ardından Türkiye çapında tanınmaya başladı.

2006 yılının başlarında ikinci albümünün hazırlıklarına başladı. Düşmeden Bulutlarda Koşmam Gerek adını verdiği albümü, 3 Temmuz 2006 tarihinde yayımlandı. Albümde yer alan "Ben" ve "Yeter Be" adlı şarkıların söz ve müziği kendisine aittir. "Vurdum En Dibe Kadar" adlı şarkının klibini albümle birlikte yayımladı. Albüm çıktıktan kısa bir süre sonra, 2006–2007 yılları arasında Star TV'de yayımlanan "Yalancı Yarim" adlı dizinin başrolünde Merve Sevi ile birlikte oynamaya başladı. "Yaz Demedim" adlı şarkısının klibini bu dizinin çekimlerinde gerçekleştirdi. Ayrıca dizi için birkaç şarkı daha yaptı.

2006 ve 2007, Barış Akarsu'nun kariyeri için yoğun yıllar oldu. 9 Mayıs 2007'de gerçekleştirilen 13. Kral TV Video Müzik Ödülleri'nde En İyi Rock Sanatçısı Ödülü'nün sahibi oldu ve ödülünü Murat Göğebakan'ın elinden aldı. Akarsu, dizi çekimleri ve konserler devam ederken, 28. yaş günü olan 29 Haziran 2007 Cuma akşamı, saat 22.30 civarında, Muğla'nın Bodrum ilçesine 5 kilometre mesafede bulunan Torba Kavşağı'nda bir trafik kazası geçirdi. Beş gün yoğun bakımda kalan Barış Akarsu, 4 Temmuz 2007 tarihinde hayatını kaybetti.